Saturday, December 11, 2010

Kar

Durmadan yağıyor bu nesne. Uyuz oluyorum. Çünkü ne trafik tıkanıyor, ne millet şikayet ediyor, ne de karda sefil olan insanları gösteren embesil televizyon kanalları yok.

Uyuz oluyorum, çünkü, sokaklar sürekli olarak temizleniyor, tuzlanmıyor (sadece otoyollar kısmen tuzlanıyormuş), kimse kartopu oynamıyor, çocukların hepsinin altında kızak, kimse trafikte kaza yapmıyor, tuğla kamyonları devrilmiyor, dahası kimse kimsenin haline gülmüyor !

Sunday, December 5, 2010

Noel

Aslında kimse Noel babanın varolmadığını, ağacın altına hediyeleri anne ve babaların bıraktığını tüm çocuklar biliyor.

Ama tüm Hristiyan ülkelerde Noel yaklaştıkça büyük bir heyecan ve şatafat başlıyor. Ülkemizde her ne kadar sadece mağazalar mallarını pazarlayabilmek için bu kervana katılsalar da, çocukları düşünen gerçekten de çok az.

Sanırım insan olarak diğer tüm canlılardan olan en büyük üstünlüğümüz zekamız ve bunu kullanabilme özelliğimiz. Aslında hayal kurabiliyor olmamız. Düşünce gücümüz ve hayal gücümüz içiçe. Yani, hayal kurmadan düşünmemiz çok zor. Benim genel değerlendirmeme göre, bir insan çocukken ne kadar derin hayaller kurabiliyorsa, beynini de kuram ve denklem geliştirmeye alıştırabiliyor. Örneğin, bir satranç tahtasındaki hamleleri, dahası karşınızdakinin hamlelerini öngörmek ; hayal kurmadan mümkün mü ?

Finliler, Noel'in kokusunu daha noel gelmeden alıyorlar. Neden mi ? Gelenek ve göreneklerine sadece kendileri için değil, gelecek nesiller için bağlılar. Aslında bunun dinle imanla da pek alakası yok. Burada çok az kişi ibadet ediyor. Aslında başları sıkışmadıkça dua dahi ettiklerini de sanmıyorum.

Artık kaç nesildir bu geleneği sürdürdüklerini bilemiyorum ama, 1 Aralık tarihinde evlerin pencereleri ve balkonlar çeşitli ışıklarla süslenmeye başlıyor. Eskiden herkes evine bir çam ağacı almaya çalışırmış ; neyse ki teknoloji gelişti de, ağaçlar kurtuldu. İşin güzel yanı, ağaçları kesmeden de süslemeyi ihmal etmiyorlar.

Bütün mağazalar birden kırmızı beyaz renklere bürünüyor, noel baba kılığındaki adamlar çocuklara "ücretsiz" hediye, fakirlere aş yardımı yapmaya başlıyor. Ne garip di mi ? "bedava hediye vermek" hem de dükkanlar/firmalar...bizim işgüzarların yüz ifadelerini düşünebiliyorum.

Tabii ki küçük çocuklara noel hikayeleri ve masalları anlatılıyor, inanmaları, tutunmaları, kendi hayallerini geliştirmeleri için fırsat veriliyor. Sakallı kırmızı beyaz renklerle giyinmiş bir aksakallı dede, uçan çıngıraklı geyikleri ve tabii ki bir sürü hediye ! Balkonuma astığım kuş yemine üşüşen, üşümüş kuşları seyrederek iyice keyifleniyorum.

Yetişkinler için noel denince aslında daha farklı şeyler algılanıyor. Tam bir telaş var onlar için de. Çünkü noel geliyor ! Herkese hediye almak lazım (benim durumumda ise gidecek parayı hesaplama telaşı olacaktır), yılbaşını nerede geçireceğiz telaşı, havai fişek gösterisi nerede olacak, yine köpeklerimiz seslerden ürkecek gibi şeyler.

Ne ilginç ki aslında, herkes ne zaman alışveriş edeceğini çok iyi biliyor ve takip ediyor. Ne zaman indirim olacağını, ne zaman neyi almaları gerektiğini...Noel öncesi vitrin gezen bol aslında, ama alışveriş rakamları bir hayli düşük. Çünkü herkes fiyatların tavan yaptığını biliyor. Oysa 1 ay öncesinde fiyatların makul, dükkanların da kalabalık olmadığını bildiğinden 2 ay öncesinden yılbaşı alışverişini tamamlamış oluyor. Tabii yılbaşından sonra olacak indirimleri de biliyorlar, fiyatlar yılbaşı öncesine oranla %60-%70 düşebiliyor. İşte o zaman herkes dükkanlara akın ediyor.

Galiba 1981'den bu yana hiç noel kutlamadım. Hediye filan da istemiyorum. Aslında sadece 1 şişe aslan sütüm olsaydı da, şöyle bi demlenseydim, karı seyrederek, sizleri anarak.

Saturday, November 27, 2010

Finlandiya Yerli Malları

Bugün eşimin isteği üzerine, ELMA Helsinki Doğal Besin ve Kırsal Kesim Fuarına gittik. Evet, 5,5 milyon nüfuslu Finlandiya bile yerli mallarını o kadar güzel sunuyor ki. Bu konuda bravo demek istiyorum. Bir salonda hayvancılık, diğerinde doğal besin kaynakları, diğerinde ise ormancılık gibi konular ele alınmış. Hatta olayı abartıp, şov için inekler, damızlık sığırlar, koyunlar, lamalar (evet!), filan da getirmişler. Dahası, büyük bir bölümde de hiç üşenmeden çoban köpeklerinin nasıl koyunları yönettiğine dair şov bile koymuşlar.

Finliler doğayla içiçe olsalar da, insanlarına ve dünyaya nelere sahip olduklarını ve bunları nasıl değerlendirdiklerini gerçekten de iyi sunmayı başarmışlar. Aslında, ne yalan söyleyeyim, fuar merkezinin bir hayli boş olacağını, ve şehirli biri olarak bir hayli sıkılacağımı zannetmiştim. Meğer fuarın kapıları saat 10:30'da açılmış ve açıldığından beri ziyaretçi akınına uğruyormuş. Özellikle okulların düzenlediği ziyaretler ; hatta doğal ve organik ürünleri alabilmek için sıraya girmiş insanlarla doluydu. Fiyatları hiç ucuz değil, ancak doğal ürünlere ciddi rağbet vardı (ellerinde torbalarca alışveriş yapan insanlara dikkat etmemek mümkün değil).

Sanırım bir ülkenin kültürünü tanımak için böyle organizasyonlara sık sık gitmek lazım. Çünkü, gerçekten de şehirlerinin vitrinlerinden bir toplumun kültürünü algılamak mümkün değil (vitrinler yanıltıcıdır).

Hayvancılık Finlandiya'da bir hayli yaygın. Kapalı kümeslerde ve çiftliklerde ekseri büyükbaş hayvancılık ve mandıracılık yapılsa da, Finlandiya'nın Lapland tabir edilen kuzey bölgelerinde geyik, lama hayvancılığı da yapılmakta. Hatta, duyduğum kadarıyla neredeyse insan popülasyonunun yarısı kadar geyik varmış. Geyikten ne mi oluyor ? Tabii ki de eti ve kürkü değerkendiriliyor. Hayvanın boynuz ve kemiklerinden de takı, süs eşyası, geleneksel alet edavat bile yapılıyor. İklim şartlarının uygunluğundan ve yününün çok değerli olmasından dolayı da son zamanlarda llama ve alpaca üretimi de bir hayli ilerlemiş.

Dahası, ülkenin soğuk ikliminden ve doğal bitki örtüsünün yoğunluğundan dolayı, hereford sığırları yetiştiriliyor. Özellikle bahar ayından sonbaharın sonuna kadar (takriben 4 ay) süren zamanı hiç boşa harcamayarak, yabani yemiş ve doğal mantar, bitki, bitkisel yağlar, baharatları da toplamayı ihmal etmiyorlar
(Dikkat: Finlandiya'nın %70'i ormanlık bölge olup, ortalama 30 çeşit yabani yemiş barındırmaktadır. Ülkenin yasaları gereği, "eğer bu ülkedeysen, istediğin kadar toplayabilirsin" yasası vardır. Yani, çık doğaya istediğin kadar topla. Hatta mevsimsel olarak yakın ülkelerden bir çok yabancı sadece bu yemişleri toplamak üzere geliyormuş.)
Yabani yemiş konusu aslında bir hayli ilgi çekici ve karlı bir konu, o yüzden başka bir makalemde bu konuya değineceğim.

Aslında bu fuarda bir çok bize ters düşen hatta bizim yaptığımız bazı şeyleri hor görenlerin yaptıkları kötü şeyleri de öğreniyorum. Standları gezerken bir stand konserve ürünler satıyordu. Yakından bakınca şoke oldum. Hadi konserve geyik etini anladım da...Konserver AT ETİ, AYI ETİ, EŞEK ETİ de mevcutmuş.... Hatta yıllardır da AVRUPANIN bir çok ülkesinde tükemi de mevcutmuş. Yakın zamanda Finlandiya'da AT ETİ'nin üretimi yasaklanmış olsa da hala AYI, KURT dahası TİLKİ eti tüketiliyormuş. At etini kendileri artık üretemediklerinden dolayı Polonya, İtalya gibi ülkelerde üretiliyormuş meğer ! Daha fazla bilgi için Tıklayın.

Sen tut Türkiye'deki sakatat üretimine, kokoreçe filan laf at, ondan sonra da AB'nin çoğunluğunda gel de at, eşek, ayı gibi uygun olmayan hayvanları tıkın...

Diğer yandan, daha önce haberim olan ancak, bu fuarda yer almamasını ümit ettiğim şeyler de vardı. Finlandiya, ciddi bir doğa korumacısı, hayvan haklarına saygı duyan ve koruyan bir ülke olsa da, ne yazık ki hala bu ülkede ciddi miktarlarda kürk çiftlikleri mevcut.

Ve tabii bu fuar da yerli üretimlerini sunan bir fuar olduğundan bu vahşiler için de bölüm ayırmışlardı. Tabii çok fazla ziyaretçileri yoktu, hatta ilgili mekanın ne olduğunu farkedenler çocuklarına hayvanları gösterdikten sonra bir an önce oradan uzaklaşıyorlardı.

Bir doğa savunucusu olarak ilgili mekanı farkettiğimde tüylerim diken diken oldu. Dahası, böyle doğaya saygı gösteren, her imkanda bunu belli eden bir ülke hala bu vahşete nasıl izin verirdi ? Tamam, belki 40-50 yıl öncesinde milli hasılatı süper değilken, katkısı olabilirdi, ancak artık 21. yüzyılda, bırakın Avrupayı, dünyanın milli gelir olarak ilk 5'inde yeralan bir ulusun böyle bir şeye hala destek veriyor olması çok şaşırtıcı. İçimden gelmese de, eşim kolumdan "ne olur gitme oraya" diye yalvarsa da, gerçekleri sizlerle paylaşmak için giderek bir kaç poz çekebildim...Ama çekerken o pozları o hayvanlara bakamadım...Çıktığımda eşim gözlerimdeki yaşları sildi...
İlgili mekanın görevlisi olan kadın, benim yakından çekim yapmama engel olmak için "fazla yaklaşma, saldırırlar dedi. Tabii hemen lafı yapıştırdım "Sizlerden daha vahşi değillerdir herhalde!"...

Bu arada tabelada yazan Turkiselaimet'in Türklükle hiç bir alakası yoktur. Onların dilinde her nedense bu işe bu isimi vermişler (Turku kentinden olabilir, emin değilim). Yani sadece isim benzerliği sanırım.













Merak ettiğim bir konu da, her osuruktan teyyare şeyi olay yapan PETA olsun, Greenpeace olsun neredeler ? Helsinki kentinin merkezinde böyle bir şey oluyor ama etraflarında kimseler yok. Neredesiniz ? Hava mı çok soğuk yoksa ? :))

Diğer bir holü de sadece ormancılık üzerine ayırmışlar. Malum, Finlandiya'nın 80%'i ormanlarla kaplı olup, milli gelirin büyük bir kısmı halen ormancılıktan gelmekte. Discovery kanalında bile ormancıların belgesellerini dahi seyredemeyecek kadar ormanları ve doğayı seven biri olarak bu bölümü es geçtik.

Ancak sonradan agronomistlerden aldığım bilgiye göre, Finlandiya'da bu konuda neredeyse 50 yıldır ağaç kesimlerine paralel olarak ağaç dikimleri yapılıyormuş. Tabii ki sorum şu: "Ağaçların yetişmesi, kesim hızınıza yetişebiliyor mu ?", - hiç sanmıyorum.

Cık, yazık...hiç beklemezdim bunu sizlerden. :(

Thursday, November 25, 2010

1 € (Bir Avro)

Dışarıda ısı oldu -8C. 1 haftadır aralıklarla ince ince de olsa kar yağıyor. Sanırım 20-30 santim oldu kar. Kar küreme araçları sürekli olarak yolları ve kaldırımları açık tutuyor olsa da, kar bütün zemini kaplamış durumda.

Doğadaki hayvanların yemek bulması gün geçtikçe zorlaşıyor. İnsanlar da artık alışverişlerini bir kaç günlük değil, haftalık yapmaya başladı. 

Evde sigara içmediğimden balkona çıkıyorum 3-4 kat polar ve bere ile. İzmarit tablası olarak kullandığım boş saksının içindeki izmaritler karın altında gömülü kalması gerektiği yerde, nasıl oluyor da karın üzerinde duruyor diye düşünmeden edemiyorum.

Dün sonunda inat ederek balkonu içeriden gözetlemeye başladım. Tabii işin suçluları çok geçmeden çıktı meydana. Tabii ya ! Ne kadar da bencilim !...Kar örtüsü her şeyi o kadar kapladı ki, kuşlar artık çalıların arasından kendilerine yiyecek bulamıyorlar (burada öyle açıkta duran çöpler de yok).

Rengarenk, bizim memlekette bulunduğunu sanmadığım sakaya benzer, siyah gagalı, siyah beyaz kafalı, sarı yeşil gövdeli minikler bunlar...

 Wikipedya'ya baktım. Bunlar bir tür soğuk iklim serçesiymiş. Şaşırmadım.

Dahası öğrendim ki, kış hayvanları benim bildiğimin aksine, ekmek vb. şeyler değil, daha çok onları zinde tutacak ve kışı geçirmesine yardımcı olması için tahıllardan aldığı yağ ile hem sıcak hem de zinde kalırlarmış.

Bu bilgiyi aldıktan sonra, eşimden eski naylon çorap istedim...Tabii olağan olarak ne yapacağımı sordu :)

Tabii ardında da yine o ukala gülümse geldi :) Meğer, kar zamanındaki kuşları düşünen tek ben değilmişim. Sadece petshoplarda değil, neredeyse köşe marketlerinde bile bulanan ve sadece 1 € (bir avro - yaklaşık 2 TL)  olan bol yağ içeren tahıl topları satılıyormuş ! Bir pakette 6 tane var, ve her top naylon filelerin içine konulmuş ki dağılmasınlar diye.

Bunu öğrenir öğrenmez, pakedi 1 € olan yemlerden hemen bir tane aldım. Eve gelince de biraz sicim ile toplardan birini balkonumda kirlenmeyecek bir kenara astım. Aslında ümitsizdim, nereden görecek kuşlar da bunu gelecekler? diye.

Meğer bu konuda da benden zekilermiş :) aradan 1-2 saat geçmeden balkonum "Chickadee" denen kuşların istilasına uğradı. Aslında bir hayli de ürkekler ki pozlamam 1-2 saatimi aldı.

Sözüm şu ki, iyi biri olmak için dünyayı kurtarmaya gerek yok. Doğayı sevmek, çevrendekilere ruh halin ne olursa olsun gülümsemek, saygı duymak ve bunu göstermek, seninle aynı doğayı paylaşmak zorunda kalan yaratıklara yardımcı olmak seni daha iyi biri yapıyor.

Bir Avro veye 2 YTL harcamak seni batırmaz. Bunun için yabancı da olmana gerek yok hani..

Sunday, November 21, 2010

Karda yürümek...

Bugün Pazar günü...

Ne var bunda demeyin. Pazar günleri Finliler, sabahın 9'u gibi kalkar, güzel bir sabah kahvaltısından sonra, kışlık spor kıyafetlerini giyer (sakın spor kıyafetten bizim geliştirdiğimiz spor kelimesi sanmayın, adam gibi spor kıyafetler: kar pantalonu, yürüyüş botları, kar ceketi, bere ve eldiven) ve bir hafta boyunca iple çektiği pazar sporunu/yürüyüşünü yapmak için doğaya çıkar. Ne mi var bunda ?

Şu var: çıkarken doğaya yanlarına 2-3 aylık bebişlerinden tutun, köpeklerini dahi almayı ihmal etmiyorlar. Yani butik ailelerini de alarak pazar yürüyüşüne çıkıyorlar. Bu manzarayı ilk gördüğümde tabii ki reaksiyonum deliler, küçücük çocukları üşütecekler, bu soğukta zaatürre olacaklarıydı....Tabii mantıklı bir insan gibi düşünene dek.

Kimse soğuktan zatüre olamaz. Zaatürre bir mikrop veya bakteri çünkü. Ayrıca kimse de üşümüyor...Çünkü kendi kıyafetlerinden çocuklarınınkine (hatta köpeklerinkine desek iyi olur...çünkü onların da kıyafetleri var) hepsi gayet soğuğa karşı dirençli.

Tabii şu da var ki, her nasıl bizim iklim şartlarına bizler uyum sağlamış durumdayız, tabii ki Finliler de uyum sağlamış durumda. Giyeceklerinden tutun alet-edavatlarına, araçlarına kadar hepsi yaşadıkları iklime uygun geliştirilmiş. Mesela dün Citymarket'ten (buraların Migrosu olarak düşünebilirsiniz) 30€'ya bir tane kar pantalonu aldım. Bugün deneyeyim dedim de, keşke içime termal iççamaşırı giymeseymişim diyorum :) Dışarısı -3C idi.

Ha, tabii sadece gençlerden bahsettiğimi zannetmeyin. Ellerinde değneklerle yürüyen 60-80 yaşında büyüklerimizi de görmek mümkün. Hatta emekli olduklarından sadece Pazar günleri değil hergün yürüyorlar. Eminim bizlerden daha sağlıklıdırlar. 

Uzun lafın kısası, millet bize ne der diye düşüneceğimize, aynada kendimiz ile yüzleşerek, bizimkinden daha iyi bir düzen kurmuş bu insanları örnek almamız bize değer katacağa benziyor.

Haftanın toksinlerini atmak, ciğerlerimize biraz oksijen çekmek, şehirin tıkabasa gürültüsünden kurtulmak için biraz üşümeyi (ki kar üzerinde sabit tempo ile yürüdüğünüzden enerji yakıyor ve üşümüyorsunuz) göze almak gerekiyor. Belki o göbek bile eriyebilir hani !

Tabii her şeyin usulü var. Önce bebe adımları ile başlamak lazım, sonrası allah kerim.

Saturday, November 20, 2010

Yaya geçitleri

Sanırım bu konuyu bir çok defa dile getireceğim.


Her ne kadar İngiltere gibi bir yerde büyümüş olsam da, uzun süre Türkiye'de yaşamış olmanın etkisiyle bu konu hep dikkatimi çekiyor.

Kaldırımda yürüyorsunuz. Eğer yaya geçidine yaklaşıyorsanız bile birden yol üzerindeki en yakın araç birden yavaşlamaya başlıyor. Sebebi ? Tabii ki, olur da yaya geçidinden geçmek istersiniz diye ! Özellikle döner kavşakların kenarındaki yaya geçitlerinden karşıya geçecekseniz, soldan gelen araç sağa dönüşte yayaya yol ver kuralını ihlal etmemek için zınk diye duruyor.

Bir çok yayanın yaya geçidinden geçerken ezildiği, şöförlerin ise "birden önüme atladı" savunmasını yaptığı bir memleketten.

Oysa burada araçların size yol verdiğini gördüğünüzde hissettiğiniz şey duran araca teşekkürü borç bilmek. Güzel bir alışveriş.

İnsan sayıldığını, saygı duyulduğunu ve saygı vermesi gerektiğini hissediyor. Yani tanımadığınız biri sizi mutlu ediyor.

Friday, November 19, 2010

Finlandiya Günlüğü

1 haftadan biraz daha uzun süredir buradayım. Daha önce bir kaç sefer daha gelmiştim buralara. Ancak bizim oralar ile hiç mukayese etmemiştim. Aslında bazı şeyler o kadar farklı ki, şaşırmamak içten değil...

O yüzden Finlandiya Günlükleri yazı dizime başlamak istiyorum. Gün gün, başımdan geçenleri yazmak istiyorum. Belki hoşunuza gider belki gitmez, lütfen yorumlarınızı ekleyin. Yazılarımdan alıntı yapacak arkadaşlar, lütfen sitemin linkini eklemeyi unutmayın.

Tuesday, November 16, 2010

A new era...in a frozen land...

Its been a week since I have moved to Helsinki. Everything is so different, compared to the other places I have been.  I think I'll write about it in the following couple of days.

Wednesday, July 7, 2010

Remember....

These days I've started realizing that as I'm into so many topics, I'm just forgetting the solutions I have created before. 

Matter of fact, this blog is becoming quite handy to me to remember my old work.